Günümüzde bilim ve teknikte yaşanan hızlı gelişmelerin etkisiyle insanlar arasındaki sosyal ve ekonomik etkileşim de hızla artmakta ve çeşitlenmektedir. Bunun doğal sonucu olarak, uyuşmazlıkların / çekişmelerin sayısında da her geçen gün artış gözlenmektedir. Ancak mahkemelerin mevcut yapısı, bu hızlı gelişime ayak uyduramamakta, iş yükü her geçen gün artmakta; buna paralel olarak uyuşmalıkların çözüme kavuşması daha da uzamaktadır.

Bu nedenle pek çok ülkede, adaletin geç işlediğinden yakınılmakta ve bunun çözüme kavuşması için çalışmalar yapılmaktadır. Öncelikle Anglo-Sakson kökenli olarak Amerika Birleşik Devletleri’nde ortaya çıkan ve zaman içerisinde pek çok ülkede yaygınlaşan ve nihayet son zamanlarda Kıta Avrupası hukuk sistemlerinin uygulandığı ülkelerde de benimsenmeye başlayan “Alternatif Uyuşmazlık Çözümü” [Alternative Dispute Resolution (ADR)] bunlardan biridir. Alternatif uyuşmazlık çözümü, uyuşmazlıkların mahkeme dışındaki çözüm yollarıyla etkin, hızlı ve daha düşük maliyetle çözüme kavuşturulması amacıyla düzenlenmiş olup esasen mahkemelere bir alternatif değil, onların tamamlayıcısı Niteliğindedir. Tahkim, arabuluculuk ve uzlaşma söz konusu alternatif uyuşmazlık çözüm yolarının en çok bilinen örneklerindendir.

TAHKİM:

Tahkim, uyuşmazlığın mahkemeler önünde değil, tarafların kendi özgür iradeleri ile belirlediği bir ya da üç hakem önünde ve gizli olarak kısa sürede çözümlendiği ve karara bağlandığı bir alternatif çözüm yoludur. Son yıllarda küreselleşme, çok uluslu şirket sayısındaki artış ve uluslararası ticaret hacminde yaşanan genişlemeler ile özellikle büyük şirketlerce daha sık başvurulan bir çözüm yolu haline gelmiş ise de tahkime Eski Mısır, Yunan, Roma ve İslam medeniyetlerinde de başvurulduğu bilinmektedir. Öyle ki, Eski Yunan’da Demosthene’in, “Müdafaalar”ında; “Tarafların aralarındaki anlaşmazlıklarda, hakeme başvurmaları mümkün olduğu gibi, istedikleri kimseleri de hakem seçebilirlerdi, seçtikleri hakemin kararına boyun eğerlerdi ve ona itiraz etmezlerdi”  denmektedir. Günümüzde tahkim, milli tahkim ve milletlerarası tahkim olarak ikiye ayrılmaktadır. Milli tahkim, 4686 sayılı Milletlerarası Tahkim Kanunu anlamında yabancılık unsuru içermeyen ve tahkim yerinin Türkiye olarak belirlendiği uyuşmazlıklarda uygulanmaktadır. Ülkemizde ilk olarak, İsviçre Neuchatel Kantonu’nun Code de Procedure Civile isimli Usul Kanunu’ndan alınan hükümlerle, 18.06.1927 tarih ve 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nda düzenlenmiş, 12.01.2012 tarih ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu ile son halini almıştır. Milletlerarası tahkime ise ancak yabancılık unsuru içeren uyuşmazlıklarda gidilebilir. Milletlerarası tahkim ile ilgili ülkemizdeki ilk mevzuat, 21.06.2001 tarih ve 4686 sayılı Milletlerarası Tahkim Kanunu’dur. Bu kanun UNCITRAL Tahkim Kuralları ile İsviçre Milletlerarası Özel Hukuk Kanunu’ndan esinlenilerek hazırlanmıştır. Yine ülkemiz “Yabancı Hakem Kararlarının Tanınması ve Tenfizi Hakkındaki New York Konvansiyonu”na ve “Avrupa Uluslararası Ticari Tahkim Konvansiyonu”na taraf olup “Washington Yatırım Uyuşmazlıklarının Çözümü Hakkında Konvansiyon”u da kabul etmiştir. Tahkim, özellikle özel hukuk alanındaki uyuşmazlıklarda başvurulan bir çözüm yolu olmakla birlikte; Anayasamızın 125. maddesinde 1999 yılında yapılan değişiklikle, kamu hizmetleri ile ilgili imtiyaz şartlaşma ve sözleşmelerinde bunlardan doğan uyuşmazlıkların milli veya milletlerarası tahkim yoluyla çözülmesi öngörülebilir hale gelmiş ve böylece İdare Hukuku alanında da başvurulmaya başlanmıştır.

ARABULUCULUK:
          

Arabuluculuk, bir takım teknikler uygulayarak müzakerelerde bulunmak amacıyla tarafları bir araya getiren, onların birbirlerini anlamalarını ve çözümlerini kendilerinin üretmesini sağlamak için aralarında iletişim sürecinin kurulmasını sağlayan, uzmanlık eğitimi almış tarafsız ve bağımsız bir arabulucunun katılımıyla ve ihtiyarî olarak yürütülen uyuşmazlık çözüm yöntemidir. Arabuluculuğun tarihi, günümüzden 4000 yıl öncesine dayanmakta; kökleri ise Mezopotamya ve Sümer uygarlığına kadar uzanmaktadır. M.Ö. 750’de Homeros’un İlyada’sında, M.Ö. 500’de Sophocles’in Ajax’ında arabuluculuğun izlerine rastlanmakta; hatta daha sonraları Roma’da ve Konfüçyüs etiklerinin uygulandığı Çin’de arabuluculuk uygulamaları görülmektedir. Ülkemizde ise “Arabulucuk” ilk kez 2000’li yılların başında, akademik çevreler ve diğer ilgili kurum ve kuruluşlarca tartışılmaya başlanmıştır. Bu alandaki ilk bilimsel çalışmalara ise 2006 yılında başlanmış ve aynı yıl, Ülkemizin seçkin hukukçu akademisyenlerinden, uygulamadan gelen hukukçulardan, Barolar ve çeşitli meslek ve ticaret örgütü temsilcilerinden bir Bilim Komisyonu oluşturulmuştur. Bu komisyon tarafından hazırlanan kanun tasarısı, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin 07.06.2012 tarihli oturumunda kabul edilerek yasalaşmış ve 6325 sayılı Hukuk Uyuşmazlıklarında Arabuluculuk Kanunu ile arabuluculuk, Ülkemizde bir “alternatif uyuşmazlık çözüm” yolu olarak uygulanmaya başlamıştır.

UZLAŞMA:

Uzlaşma, tarafsız bir üçüncü kişinin, çeşitli çözüm önerilerini uyuşmazlık taraflarına sunup onların bu çözüm önerileri hakkında müzakere etmesini ve bunlardan biri hakkında anlaşmaya varmalarını amaçlayan bir “Alternatif uyuşmazlık çözüm” yöntemidir. Arabuluculuktan farklı olarak, tarafların menfaatlerinin korunmasını sağlayan ve hedefleyen çözüm seçenekleri üretilip taraflara sunulmaktadır. Yine “Arabuluculuk” un aksine uyuşmazlık çözüm yolunda, hak ve haklılık esastır. Ülkemizde “uzlaşma” yolu ayrı bir mevzuatla düzenlenmemiştir. 04.12.2004 tarih ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun İkinci Kısmının Birinci Bölümünde ve 19.03.1969 tarih ve 1136 sayılı Avukatlık Kanunu’nun “Uzlaşma Sağlama” başlıklı 35/A maddesinde, “uzlaşma” yöntemine ilişkin düzenlemeler yer almaktadır.

Bir Yorum Yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir